










































































































































































Hikaye şöyle başlar: Bir adam bir gün bir çatı katına yerleşir ve 28 gün boyunca yemek yeme eylemini kendi ellerini kullanarak gerçekleştirmeyeceğini, kendisini besleme yükümlülüğünü kendinden alıp topluma yüklediğini duyurur. Odayı ortadan ikiye bölerek siyah ve beyaz renge boyayıp, sınır bölgesine de bir masa ve iki sandalye koyar. İkili bir hayat sürdürecektir. O an aç ise siyah bölgede, tok ise beyaz bölgede vakit geçirecek ve bütün süreç boyunca konuşmayacaktır. Bu süreçte su, bitki çayı ve bağışıklığını koruyabilmek adına medikal vitamin tüketir. Duş almak için odadan kısa süreliğine ayrılmak dışında, terk etmeyecektir bu geçici evini. Görmek istediği bazı şeyler vardır, anlamak istediği, anlamaktan da ziyade hissetmek istediği. Birey nedir sorusuyla meşguldür aklı, toplum olmak, toplumsal olmak ne anlama gelir? Kendini hiç edip, toplumla birlikte var olmak, “bir”e değil, “hep”e izin vermek. Nedir bu aradaki bağ, bağlam, emek, sezgi… Bunları düşünür. Toplum vicdanı nedir? Birey bunun neresindedir? gibi bir sürü soruya gebe zihni okumaktan yorulmuş, deneyime açtır. 28 günün sonunda da performansı biterken bir dövmeci gelecek ve alt dudağının iç kısmına “tevazu” yazacaktır. Çünkü o; bütün bu olup biteceklerin bununla yakından bir ilgisi olduğunu düşünmekte ve yaşanacakları ömrünün sonuna kadar hatırlamak istemektedir.
Sevgiyle,
ata.